Eğitmen: BiDersNotu
(Kameriye: Yazın oturmak için bahçelere konan kafes şeklinde, kubbeli, yeşilliklerle süslü çardak.)
Bu öykü, Sait Faik'in öykülerinin genel özelliklerini taşır:
Bahçede yalnızca zeytin ağaçları var. Mezarlık yolu sessiz bir yol değil: motor gürültüsü, kuş sesleri, arı vızıltısı, deniz dalgalarının çakıla vurması... Harp gemisinden yükselen duman, kırmızı çiçekler, sarı katırtırnakları, yabani turplar... Bu koy, eski medeniyetlerden kalan kırık camlar ve tabak parçalarıyla dolu.
Deniz bu çöpleri buraya nasıl getirdi? Arılar çiçeklerden hızla bal topluyor, kuşlar cıvıldıyor, Kınalı’dan bir eşek sesi geliyor… Zeytin ağaçları yerinden bile kıpırdamıyor, sanki Eski Yunan’dan kalmış gibi.
İşte köyün mezarlığı, Marmara’nın sakin bir gününde, şişe ve tabak kırıklarıyla dolu bir koyda yer alıyor. Önünden kablo geçiyor, levhalar dikilmiş:
“Yüksek gerilim, kazmayınız! Ölüm tehlikesi!” Sonra mezarlık başlıyor.
Amacım mezarlığa gitmek değildi. Sahilden martı yumurtası toplamak için yola çıkmıştım. Taze martı yumurtaları çok lezzetlidir. Ancak, yuvada üç yumurta varsa almayın, içinde bir civciv olabilir. Kayaların üstüne çıktığımda martılar havalanacak, beni korkutmaya çalışacaklar. Bak korkarsam!
Martı yumurtası yedikten sonra iç sesinizde vahşi bir bağırma arzusu hissederseniz, yumurta etkisini göstermiştir. Mezarlıkta ne işim var? Ama musalla taşının yanından geçerken, “Ulan, bir bakayım şu mezarlığa,” dedim.
Mezarlık dikenli tellerle çevriliydi. İçeri girdim, işte bir mezar! Marmara mermerinden yapılmış, parıl parıl, iki kişilik. Üstü gelincik ve şebboy çiçekleriyle kaplı. Mezarı çevreleyen pembe çiçekler...
Mezar taşında “1874-1944” yazıyor. Sağımda bir başka mezar var, tıpkı bir kameriyeye benziyor. Demir çubuklarla kaplanmış, üstünde bir ay-yıldız. Sanki oturup rakı içmek için yapılmış bir yer. Mezar taşına kazınmış bir yazı: “Burada kurduk ebediyet yuvamızı / Gelin dostlar, süsleyin / Bahar çiçekleriyle yuvamızı.”